Aile

Aile; kan, sihrî ve hukuki bağlarla birbirine bağlı bireylerin bir araya gelerek oluşturduğu birlikteliktir. Hemen her toplumda, ailenin esasını ana baba ve çocuklar oluşturur. İnsan neslinin sosyal farklılıklarına rağmen, her toplumda aynı olan biyolojik özellikler aile denen toplumun bu çekirdeğinin sabitliğini bize gösterir. Bu yüzden aile, hayat boyu süren bir birlikteliktir. Aile, evlilikle başlar, evlilik ise; bir kadınla bir erkek arasında nikâh akdiyle tescillenmiş bir birliktelik olarak ifade edilebilir. Nikâh aynı zamanda bir sözleşme niteliği taşır.

Evlenme sırasında erkek kadına belirli bir para veya mal verir veya ödeme taahhüdünde bulunur. Buna İslam hukukunda mehir denir. Mehir, evlenilecek kızın ailesine değil, bizzat kızın kendisine verilir. Bu durum eşlerin birbirlerine karşı belirli haklar kazanması ve belirli sorumluluklar altına girmesini sağlar. Bu hak ve sorumluluklar, genelde ortak yaşam, mülkiyet ve miras gibi konularla ilgilidir. Buna evlilik hukuku da denir. Evlilik hukuku, bu genel çerçeve içinde olmakla birlikte; toplumların inançları, örf ve âdetlerine bağlı olarak az ya da çok farklılıklar gösterebilir.

Geniş Aile

Türk ailesinin gelişiminde üç önemli evre bulunmaktadır. Bunlar; Orta Asya döneminde göçebe yaşantısı içinde olan bir aile tipi, Türklerin Müslüman olmasından sonra İslam’ın yeni değerleriyle oluşmuş, daha çok yerleşik bir aile yapısı ve 1968 yılından sonra sanayileşmenin artmasıyla köyden kente göç, şehirlerde gecekondulaşma dönemlerinde Türk aile yapısının geleneksel seyri dışında hızlı bir biçimde şekillendiğini, geniş ailelerde azalma, çekirdek ve dağılmış ailelerde artma eğilimleri olduğunu söylemek mümkündür.

Türklerin Orta Asya döneminde, kadınların erkeklerle birlikte topluluğa kabul edildiği bilinmektedir. Bundan dolayıdır ki buyruklar, “Hakan ve Hatun emrediyor ki” diye başlardı. Yine, yabancı elçilerin her ikisiyle birlikte kabul edilmeleri, eski Türklerde sadece ailede değil, devlet yönetiminde de kadınla erkeğin eşit olduklarını bize gösterir. İstila gibi büyük felaketlerde töreye aykırı olarak birden fazla kadınla evlilik (poligami) olmuşsa da; bu durumda bile aile ocağının resmî sahibi ilk eş olmuş, ötekilere “kuma” adı verilmişti. Kumaların ailenin kuruluşunda törel bir yeri bulunmadığından kumadan doğan çocuklar, ilk eşin çocukları gibi muamele görürlerdi. Üvey annelerine anne, öz annelerine ise teyze derlerdi.

Geston Richard’a göre, Türkmenlerin büyük çoğunluğunun yalnız bir karısı vardır. Çok kadınla evlenmeyi asla kabul etmezler. Bazı özel durumlarda İslam’ın dörde kadar verdiği müsaadeyi, mümkün olduğu kadar kullandırmamak amacıyla kıza verilen “kalın” miktarını artırmak gibi pratik bir çözüm bulunmuştu. Richard’ın Türkmenler için söylediği bu görüşü gerçekleri yansıtmaktadır. 16. yüzyılda yaşamış son Osmanlı filozofu Kınalızâde, Ahlâkı Alâî’sinde; taaddüd-ü zevcatın (poligami) evin düzenini, ailenin refahını bozacağına işaret ederek, “Erkek, evde tendeki can gibidir, nasıl iki bedene bir can olmazsa, iki evin mutluluğunu da bir erkek sağlayamaz” demektedir. Bunu bugün ifade etmenin pek fazla bir önemi yok, İstanbul’da Nemçe, Leh, Çerkez, Rus, Gürcü ve Habeş güzellerinin paşa ve zengin konaklarını doldurduğu bir dönemde, Kanunî Sultan Süleyman döneminde Kınalızâde’nin karşı çıkması, ilim haysiyeti bakımından dikkate değer bir husustur.

Aile, toplumun temelini oluşturan bir kurumdur. Bu da nikâhla sağlanır. Osmanlı’da nikâhı, kadı ya da mahalle imamı kıyardı. Yapılan nikâhlar, Şeriye sicillerine işlenirdi. Maraş’ta aile yapısı daha çok homojen bir yapı gösterir. Ailelerde ortalama çocuk sayısı şehirde 3-5, köylerde ise 7-8 idi. Aileler, çocuklarına miras bırakmakta, anne ve babalar ölen eşlerinin miraslarından pay almakta idi. Kayıtlarda mirasa konu olan mal ve mülkler dikkate alındığında; Maraş’ta halkın orta halli ve fakir, gayrimüslimlerin daha zengin olduğu görülmektedir. Yine, erkeklerin yanında kadınların da malları mahkemece tespit edilerek varislerine dağıtılırdı. 235 Numaralı Maraş Şeriye Sicili, Belge no 24’te, Ekmekçi Mahallesi’nden Mehmet kızı İşçioğlu Elif’in 984 kuruş 20 parası, yatak, yastık, minder, çul, çuval, leğen, teşt, sini ve satırdan oluşan mallarının varislerine dağıtıldığı kaydını burada bir örnek olarak verebiliriz.

Fransız seyyah Broquière, 1432 yılında Dulkadir Beyliği topraklarından geçtiğinde, Maraş’ta yoğun olarak Türkmenlerin yaşadığını söyler. Hatta burada kadınların bile savaşçı olduklarından bahseder ki, bu Türkmen kadınlarından başkası değildir. Osmanlı Seyyahı Evliya Çelebi ise Seyahatnamesinde; “Maraş’ın bir Türkistan şehri olduğu, halkının ise ekseriya Türkmen, lisanının Türkî olduğunu” söyler.

Okumanızı Tavsiye Ediyoruz !  Maraş Ağızotu

Maraş’ta mevcut Türk boyları; Ağaçeriler, Avşarlar, Bayatlar, Bayındırlar, Beydilliler, Çepniler, Kapkınlar, Kınırlar, Kızıklar, Peçenekler, Yasirler, Yırakirler, Yörükler olmak üzere hemen hemen 24 Oğuz boyunun tamamı mevcuttur. Maraş merkez ve ilçelerinde geçen bazı yer, mezra ve köy adları, Türk boy ve oymaklarının Maraş’taki varlığının bir başka göstergesidir. Bunlar; Alembey, Avşarlar, Avşarlı, Bahadırlı, Bulanık, Kabaklar, Karacalar, Kınık, Kuyumcular ve Orçan’dır.Türk boylarının dışında, daha çok Nurhak, Pazarcık, Elbistan ve Göksun’un bazı köylerinde Kürtçe konuşan ve kendilerini Avşar diye nitelendiren vatandaşlarımız da yaşamaktadır. Bu grup, Türkmenlerle birlikte Orta Asya’dan göçler sırasında Anadolu’ya gelip yerleşmişlerdir. Yine, Maraş’a Osmanlı döneminde Kafkasya’dan göç edenlerin iskânı söz konusudur. Bu göç, 92 Harbi diye bilinen Osmanlı-Rus savaşından sonra hızlanmıştır. Kafkas kökenlilerin Maraş’ta yerleştiği biri belediyelik, 30 köyü bulunmaktadır. Bunlar; Çerkes, Abhaz, Abzek, Kabartay, Ubih, Çeçen ve Avar köyleridir.

Maraş’ta, kökleri çok eskilere dayanan, toplumun kültürüne, ilim ve irfanına hizmet etmiş, ilim adamları ve bürokrat yetiştirmiş, çeşitli vakıflar kurarak Maraş halkına hizmet etmiş, Dulkadiroğulları, Beyazıdoğulları gibi çok sayıda köklü büyük aileler vardır. Kahramanmaraş’ta çocuklar, kahramanlık hikâyeleri dinleyerek, şiirler okuyarak büyümüş. Maraş için söylenen “şair toprağı” tabirinin bir nedeni de bu olsa gerek. Sütçü İmamın, Ali Sezai Efendi’nin, Rıdvan Hoca’nın, Aslan Bey’in, Velikâhyaoğlu Mehmet Ali’nin, Kilis yolunda şehit düşen Maraşlı Hüseyin gibi nice yiğitlerin kahramanlıkları, onların körpe gönüllerinde hep bir yer bulmuştu.

Değerli Türkolog Şemseddin Sami, Maraş’ı şöyle anlatıyor: Halep vilayetine bağlı sancak merkezi bir şehirdir. Keresteciliğin önemli bir işkolları arasında yer aldığı sancakta, bol miktarda meşe, ceviz, kayın ve çınar vardır. Sancak, arıcılıkta ileri seviyededir. Tilki ve sansar kürkleri, sancak için iyi bir gelir kaynağıdır.Ali Cevat ise, Memalik-i Osmaniye’nin Tarih ve Coğrafya Lügatı’nda Maraş hakkında şu bilgileri verir: Halep vilayetine bağlı sancak merkezi bir kenttir. Küçük sanayi, sırmalı at takımları, saraçlık, alaca, Avrupa benzeri kumaş, aba, meşlah, bez dokumacılığı ve kösele üzerinedir. Meyve bahçeleri ve üzüm bağları çok verimlidir. Özellikle üzümleri (Mahrabaşı, kabarcık ve bandırma) ünlüdür.

1943 Şubat’ında Maraş’a gelen ve ilk defa 12 Şubat Kurtuluş Bayramı’nı izleyen A. Hamdi Tanpınar, kutlama sırasında gösterilen şevk ve heyecana şaşırdığını, sanki Maraşlının takviminin dışında bir zaman yaşadığını belirterek; Maraş çarşıları hakkında şu bilgileri verir: “Göçebe, hatta şehirli kadınların başına o kadar yakışan başlıklar, yine bu çarşılarda tıpkı yüzyıl önceki itina ile ve kadın süsünün hayattaki büyük, asil rolünün şuuruyla güzelliği süslemenin hayata en güzel kasideyi söylemek olduğunu bilen ustalar tarafından yapılıyor. Bakır işleniyor ve Maraşlı ustaların sabrıyla yapılan taslarda, güğümlerde bütün bir şekil ve nispet anlayışı kendiliğinden insanla konuşuyor. Alaca, küçük el tezgâhlarında dokunuyor, yün soflar örülüyor. O halde Maraş, çarşılarını vaktiyle Şark incilerinden biri yapan vasıfl arını kaybetmemiş demektir. Gerçi eskisi gibi Fas’a, Yemen’e kadar ayakkabı ihraç etmiyor, kendi derisi yetmediği için Çin’den ithalat yapıyor. Fakat hüner ve bilgi duruyor. Artık Arabistan çöllerine kadar cins atları, bir mücevhere benzeyen Maraş eğerleri süslemediği için saraçlar azalmış.

Çekirdek Aile

2015 TÜİK verilerine göre, ülkemiz nüfusunun yüzde 63,9’u çekirdek aileden, yüzde 27’si geniş ailelerden, yüzde dördü yalnız yaşarken, yüzde 1,5’i ise çekirdek aile bulun-mayan hane halklarında yaşa-maktadır. Türk aile yapısının genel özelliği olarak çoğunlukla çekirdek aile yapısı, farklı derecelerde de olsa baba otoritesi ve tek eşlilik kuralının Maraş içinde geçerli olduğunu söyleyebiliriz. Kahramanmaraş’ta aile bağları çok güçlüdür. Gençler, evlenip yeni bir yuva kursalar bile geldikleri ailelerle birlikte yakın ilişkileri devam eder. Yardımlaşma ve dayanışma sürüp gider. Kahramanmaraş’taki bu canlı aile yapısının varlığını TÜİK verileri de doğrulamaktadır. Bu verilere göre Kahramanmaraş; doğduğu ilde ikamet, çalışma ve iş kurma oranı olan yüzde 90,1’le Türkiye birincisidir.

Okumanızı Tavsiye Ediyoruz !  Kahramanmaraş Ağzı (Maraş Şivesi)

Kahramanmaraş’ta evlenen çiftlerin sayısı bir önceki yıla göre yüzde 0,05 artarken, boşanan çiftlerin oranı yüzde 0,07 artmıştır. 2015 verilerine göre, Kahramanmaraş’ta boşanan çiftlerin sayısı 1474’tür. Kurulan yuvaların devam ettirilememesinin birçok nedeni vardır. Dinî ve ahlaki değerlerin zayıflaması, kadının iş hayatına girmesi, Batılılaşmanın etkisi, ölçüsüz harcama, aradaki sevgi ve saygının tükenmesiyle oluşan tahammülsüzlük gibi birçok neden sayılabilir. Bunun iç açıcı bir durum olmadığını üzülerek belirtmeliyiz.

Kahramanmaraş’ta zengin bir yemek kültürü vardır. Osmanlı’dan günümüze devam eden bir süreç içerisinde meşhur olan Maraş yemeklerinin başlıcaları; tarhana, ekşili ve yoğurtlu çorbalar, içli köfte, dolma, lahmacun, mumbar, eli böğründe, paça, çörek; daha çok kırsalda yapılan kaygana, kül kömbesi, çökelekli börek ve tirşik ilk akla gelenlerdir. Eski Maraş’ta zengin bir zahire kül-türü de vardır.19. yüzyılda Maraş’a gelen Charles Texier şunları söylüyor: Maraş’ta dokuma sanatı çok gözde ve etkindir. Abalar ve sırma ya da ipekli dokunmuş elbise ve yelekler yaparlar. Türkmen kadınlarının kullandıkları boyalı pamuk bezlerin de geniş bir ticaret alanı vardır. Güzel gölgelikler altından akarsular geçer. Değirmenleri bu çağlayanlar çevirir. Fakat mimari olan hiçbir eseri yoktur. Çünkü Maraş öteden beri birçok kavmin hareket merkezi olduğundan eski eserler hep tahribe uğramışlardır. Evleri, sıcak iklime uygun olarak yapılmıştır. Avlu ve bahçelerinin ortasında şadırvan ya da akarsuları vardır. Oda kapıları hep buraya açılır.

Giyim kuşam olarak şalvar halen kullanılmaktadır. Aba, bugün daha çok Kurtuluş Bayramı’na katılan çeteler tarafın-dan giyilmektedir. Kırsalda genç kızlar, saçlarını ince belikli örüp üstüne üçgen yazma örterler. Üste nakışlı gömlek, fermene ve savlar giyerler. Geleneksel elbiselerde kullanılan dikim ve süsleme tekniğinin ana yurdu Kahramanmaraş olması nedeniyle, diğer bölgelere göre farklılık göstermektedir. Dulkadiroğulları tarafından Osmanlı Sarayına getirilen gelinlerin çeyizleri tanınmış Maraş işi dival tekniği (sim sırma işlemeciliği) tüm illere Maraş’tan yayılmıştır. Yine Kahramanmaraş’ta hat ve tezhip sanatında kullanılan yazı fi gürleri ve motifler orijinalliğe özen gösterilerek cepken, bindallı gibi özgün elbise tasarımlarına aktarılmıştır. Bu elbiselerden bazı örnekler Kahramanmaraş Müzesi’nde sergilenmektedir.

Maraş işi sırma; dondurma, fıstık ezmesi, pul biber, sarı çeltik, aşlık denen dövme, ceviz oyma çeyiz sandıkları gibi Maraş’ı dışarıda tanıtan, bugün de varlığını sürdürmeye devam eden özgün bir sanattır. Halen yatak örtüsü, seccade, Mushaf kabı, nişan ve düğün kıyafetleri yapılmaktadır. Kahramanmaraş Kız Enstitüsünde, Ankara ve İstanbul Olgunlaşma Enstitüsünde kurulan atölyelerde üretim çalışmaları halen devam etmektedir.

Kaynakça

Osman ALAGÖZ, “Çocuk Yürekle-rin Ateş Aldığı Yer”, Yağmur Dergisi, 2011, s.52.

Yaşar ALPARSLAN – Hacı TURAN, Eski Maraş’ta Aile Ev Ekonomisi ve Zahra, Kahramanmaraş 2012, s.9-212.

ALİ CEVAD, Memalik-i Osmaniye’de Tarih ve Coğrafya Lügatı, İstanbul 1313.

MEHMET ALİ AYNÎ, Türk Ahlâkçiları, İstanbul 1930, s.88.

EVLİYA ÇELEBİ, Seyahatname (1671 – 1672), C.IX, Devlet Matbaası, İstanbul 1930, s.348.

Semavi EYİCE, “Bertrandron de la Broquière ve Seyahatnamesi”, İslâm Tetkikleri Dergisi, C.VI, İstanbul DPT 1989, s.94.

Fernand GRERARD, Le Türkestan et Le Tibet, 1904, s.29.

KINALIZÂDE ALİ ÇELEBİ, Ahlâk-ı Alâî, Şam 1565.

Gordon MARSHALL, Sosyoloji Sözlüğü, (Çev. O. Akınhan, D. Kömürcü), Ankara 1999.

Hüseyin ÖZTÜRK, Babil Yayıncılık, B. II, Ankara 1991, s.156.

KINALIZADE ALİ ÇELEBİ, Aile Ahlâk-ı, Doktora tezi.

Fatma ÖZTÜRK – Mine YAYLA – Medine KAYNAK, “Osmanlı Hat ve Tezhip Sanatının Maraş Giysilerine Etkisi”, Uluslararası Osmanlı Döneminde Maraş Sempozyumu, C.I, Kahramanmaraş 2012, s.395.

Gaston RİCHARD, La Femme dans l’histoire, 1909, s.206.

ŞEMSEDDİN SAMİ, İstanbul 1890.

Ahmet Hamdi TANPINAR, Yaşadığım Gibi, İstanbul 2006, s.231.

Charles TEXİER, Asie Mineure, 1882.

Mehmet YETKİN, “Osmanlının Son Döneminde Maraş”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, S.67-68-69, C. XVIII, Ankara 2007, s.67-69.TÜİK, 2015.

Hüseyin ÖZTÜRK

Yorumlar

Yorum yapmak ister misin?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Kenar Çubuğu